“Zehra daha ziyade kudurdu. Ağzı adeta köpürmeye başladı. Güya çıldırmıştı. Nazikter’in üzerine atıldı. Sinirli elleriyle saçlarından yakaladı. Nazikter feryada başladı. Münire yardıma koşarak Nazikter’i kurtardı. Zehra odasına kapandı. On sekiz saat ağzına bir lokma koymadığı gibi gözünü de kapamadı. Suphi, fırtınayı uyandırmamak için karısına görünmedi bile.” Nabizade Nâzım’ın ilk ve tek romanı olan Zehra, modern Türk edebiyatının öncü eserlerinden biridir. Roman, bünyesinde barındırdığı özelliklerle Tanzimat Dönemi’nin olduğu kadar Türk roman tarihinin de en önemli eserlerinden biri olarak belirir. Yazarının ölümünden iki yıl sonra yazarın yakın arkadaşı Mahmut Sadık tarafından Servet-i Fünun’da tefrika edilen, ardından da 1896’da kitap halinde yayınlanan Zehra, realizm ve natüralizm akımlarının etkisiyle yazılmış bir eserdir. Yazar, kıskançlık temasına eğilen bu eserinde girift tahliller yaparak edebiyat tarihimizin ilk psikolojik roman örneklerinden birine imza atar.
Zehra’yı edebiyat tarihimizde önemli kılan bir diğer özellik, yazıldığı dönemin sosyal yaşamına ve İstanbul’una dair ayrıntıları içermesidir. Dönemin eğlence hayatı, tulumbacıların çalışma sistemi ile adalet ve polis teşkilatına dair ayrıntılar romanın satır aralarında işlenmiştir. Aynı zamanda bir asker olan yazar, bugün bir klasik olan romanında çeşitli araştırmalarını ve gözlemlerini romanında ele alıp değerlendirmiştir. Ele aldığı tema ve bu temanın işlenişindeki derinlikle ön plana çıkan Zehra, edebiyat tarihimizde “klasik” vasfını kazanan eserlerin başında gelmektedir.