“Sessizlik… Uyuyor. Gözyaşlarıyla ıslanmış yastığının üzerinde, dağınık saçlarının içinde görünen küçücük çehresi ve bir parça açılmış dudaklarının arasından gülümsüyor zannedilecek surette seçilen beyaz dişleri, eğer hayattaysa annesinin hayali, sükûnet mezarına çekilmişse ruhu tarafından görevlendirilen bir meleğin gökten inerek çocukların ıstırabına teselli verecek bir anne okşayışla dudaklarından öpmesini bekliyor gibi görünüyordu. Heyhat! Esaretin ezdiği, insaniyetin terk ettiği, ümidin ara sıra okşadığı bu zayıf mahlûk gecenin unutulmuşluk kucağında uyuyor.” Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanı, Tanzimat Dönemi’nin olduğu kadar Türk roman tarihinin de en önemli eserlerinden biridir. Yayınlandığı dönemde hayli ses getiren ve yazarının yurt dışına çıkmasına sebep olan roman, Dilber adlı bir genç kızın yaşadıklarından hareketle “esaret” temasına odaklanır. Bu bakımdan Sergüzeşt, edebiyat tarihimizde esirlik/cariyelik konusuna eğilen ilk eserlerden biri olması bakımından ön plana çıkar. Yazar, esirlik ve cariyelik kavramları ile ilgili kendi hayatından edindiği bilgilerini ve izlenimlerini romanında ustaca işler. İlk baskısı 1888’de ikinci baskısı ise 1924’te yapılan Sergüzeşt, tahkiye dünyamızın romantizmden realizme geçişini müjdeleyen eserlerden biridir. Yer yer romantik sahnelerle karşılaştığımız romanda mekân ve şahıs tasvirleri gerçekçidir. Sergüzeşt’in elinizde tuttuğunuz sadeleştirilmiş baskısında yazarın sağlığında yapılan son neşri esas alınmıştır.