Yatağı ve odası düzgün sayılır. Sabah çıkarıp yatağın üstüne attığı eflatun pijamalarını saymazsak, giysi adına da ortada bir şey görünmüyor. Küçük masadaki kitapların üstündeki not ise beni dehşete düşürüyor: “Sonun geldi T!” İkimiz birden dehşetle bakıyoruz. Dünkü yazının üstüne koca bir çarpı çizilmiş. Altına ise “Sen yoksun artık,” yazılmış. Sağda solda, gözümüzün eriştiği hiçbir yerde bıçağa benzer bir nesne yok. Not ile kayıp bıçağın birbirleriyle alakalı olup olmadığını birbirimize soruyoruz.
Pİ-Çİ-Dİ ekibi olarak birimizin devam mecburiyeti olan okulu, birimizin burkulmuş ayağı, birimizin görmek zorunda olduğu hesabı!
Amfiye en son giren ben oluyorum galiba. Arkaya doğru aceleyle ilerlerken herkes dönüp bana bakıyor gibime geliyor. Yanımda taşıdığım çantaların ağırlığından diyeceğim de ondan fazlasının yüreğimde olduğunu bilmiyorlar. Bu ağırlığı bir bilseler! Ah bir bilseler!
“Bundan sonraki yüz senende, eğer önemli bir işin olmayacaksa doğum günlerinde yanında olmayı arzuluyorum. Doğum günün kutlu olsun İzmir’in Annesi.”
Çiçeklerle bezeli bir kalp... Ortasında da benim fotoğrafım... Aman Allah’ım! Ilgaz bu! Çıldırmış resmen!