Her hakikatin bir hayalle başladığına inanırım ben. Hayal kurmak yeni ve yeniden bir dünya inşa etmeye benziyor. Ve benim gibiler için o hayali kuracak da o hakikati bulacak da tek bir yer var; yazmak... “Kim bir Müslümanın hayatını yazarsa ona yeniden hayat vermiş gibi olur.” diye bir cümle var hatırımda. Bu kitabı okurken de tam öyle hissediyorum. Hayalin hakikatle buluştuğu ve çok eski zamanlarda yaşamış ama “ölmemiş” olanların yeniden can bulduğu bir hikâye bu. Şöyle konuşuyor kitap benimle; Yolun başında bir hakikat âşığı, ötelerden Bağdat’a bir çağrı; “Yâ Şah-ı Geylânî… Elimi tut ki sana ‘elleri tutan’ desinler.” Buhara’dan bir cevap yankılanıyor; “Nakşettiğime dokun ki sana da ‘Şah-ı Nakşibend’ desinler...” … Şimdi kitabın ellerinden tut ve dokun nakşedilmiş satırlara. Zira hayal, hakikat; harfler de nakış oluyor ama biz, ismine “roman” diyoruz. “Bir Şah-ı Nakşibend Romanı…”