Bin dört yüz yıl önce, yüreği kuraklaşmış bir toplumun üzerine sağanak bir yağmur başladı. Bu yağmur adalet, ahlak, şefkat, merhamet ve özgürlük yağmuruydu. Bir tarafta insana uygulanan zulüm doruk noktaya ulaşırken, bir tarafta da insana verilecek değerin en güzel ifadesi onun yaşantısında hayat buluyordu. O, cesareti ve zekâsıyla içinde yaşadığı toplumun gönlünü fethetmiş, hoşgörüsüyle yüreklere taht kurmuştu. Kadının ve kız çocuklarının hakir görüldüğü bir dönemde aile hayatında onlara verdiği kıymet ve gösterdiği nezaketle, önderliğin en güzel örneklerini sergilemişti. O, yaşadığı toplumun bağrından filizlenen bir değerdi. Onun ticareti güvenle yoğrulmuştu. Bu güven cömertliği ve alçakgönüllülüğü ile komşuluğunda da kendini göstermişti. Çünkü o komşusu açken kendisi asla tok yatmazdı. O, kulluğu hayatının merkezine koymuştu. O, geceleri kıyama, gündüzleri de sıyama (oruca) önem verirdi. Salih amelleri hayatın her alanını kuşatmıştı. Gündelik hayatı da bir bütünlük ve uyumluluk içindeydi.