Çocukluğumun oturma odasında tek başımayım. Eskiden burada annem şarkı söyler, babam yıllardır görmediğim yasak kitabı okur, ağabeyim ise bir tahtaya çivi çakardı. Bunların hepsi asırlar evveldi ve o zamanlar, çocukluğun sonsuza dek süreceğini acıyla hissetsem de, daha mutluydum gibime geliyor... Bundan sonra evde uyumaya devam etsem de, bu gece oturma odasıyla vedalaştığımı hissediyorum. Yatmak içimden gelmiyor, uykum da yok. Derin bir hüzün içindeyim. Sardunyaları cam kenarından kaldırıyorum ve gökyüzüne, esip geçen bulutların arasında hafifçe sallanan yeni ayın beşiği altında ışıldayan küçük yıldıza bakıyorum. Johannes V. Jensen’in, birçok kere okuduğumdan uzun bölümlerini ezbere bildiğim Buzul adlı romanından birkaç satırı kendi kendime söylüyorum: “Kâh sabah kâh akşam yıldızı gibi parlıyor annesinin koynunda öldürülen küçük kız, sonsuz yollarda beyaz ve dalgın, yalnız başına gezen, kendi oyununa kapılmış bir çocuk ruhu gibi.” …
Bu cümleler, bana ebediyen kaybettiğim Ruth’u hatırlatıyor ve gözlerimden yaşlar akıyor. Küçük, kalp şeklinde ağzıyla, gözleri parlak ve kudretli Ruth. Herkese laf yetiştiren, yüreği sevgi dolu, küçük, kayıp arkadaşım. Arkadaşlığımız da çocukluğum gibi sona erdi. Güneş yanığı gibi, çocukluğumun son parçacıkları şimdi üstümden pul pul dökülüyor ve altından ters, imkânsız bir yetişkin beliriyor. Gece, pencerenin önünden geçedursun, şiir defterimi okuyorum ve ben farkına varmadan, çocukluğum usulca, hayatımın sonuna kadar benim için bir bilgi ve tecrübe kaynağı olacak, şu insan ruhunun kütüphanesi olan belleğimin dibine çöküyor.
Tove Ditlevsen, Kopenhag Üçlemesi ile dünyada kadın edebiyatının ve (Ferrante Knausgaard’ın ardından da) otobiyografik anlatının yeni simgesi haline geldi.
Ne Dediler:
“Dışlanmış olanların kendilerinden bir şeyler bulabileceği olağanüstü bir hikâye.” Patti Smith
“Büyük edebiyat nasıl yapılır, işte örneği. A Klas… Üçleme, muazzam bir yeteneğinin ürünü.” ---Parul Sehgal, The New York Times
“Ditlevsen’i okuma deneyimi altüst edici, sanki Ditlevsen kafanızın içine girip tüm eşyaların yerini değiştirmiş gibi.”
-Deborah Eisenberg, The New York Review of Books
“Kopenhag Üçlemesi bir başyapıt, özel bir boşluğu dolduruyor. Sanki yitip gitmiş birisinin çekmesinde bulunan değerli bir hazine gibi ya da çorapların yahut eski fotoğrafların arasına saklanmış gizli bir zula gibi.”
-Megan O’Grady, The New York Times Book Review
“Bağımlılığa ve deliliğe usul usul kapılıp gitmek… Ditlevsen.”
-Sam Sacks, The Wall Street Journal
“Ditlevsen bize çaresiz ve edilgen olduğunu anlatıp duruyor. Ama kitabı güzel kılan tam da onun hiç de çaresiz ve edilgen olmaması…”
-John Powers, NPR
“Yazısının büyüklüğü çözülmemiş bir gizem olmasına dayanıyor, hem çözülmemiş hem de çözülüp gitmiş.”
-Rachel Kushner, author of The Mars Room
“Sanki yüz yıllık bir kristal gibi, Ditlevsen’in kitabı seçkin ve şeffaf, küçük çarpıklıklarla ve el değmemiş bir güzellikle parıldıyor.” Hannah Kofman, Los Angeles Review of Books
“Hiç kimse çocukluk hakkında Tove Ditlevsen gibi yazmadı, hem umutlu hem kara sezgili. İkinci dünya savaşı öncesinde bir işçi çocuğu olarak yaşadıkları Ferrante’nin anlatılarını çağrıştırıyor ama tabii Ditlevsen’in lirizmi kendine has”.
-Julie Phillips, 4Columns
“Bu yıl okuduğum en iyi kitaplar bu üçlemeden. Hepsi de küçük bir hançer gibi, bir kez içe işledi mi, işlerini bitirmeden içinizden çıkmıyorlar.”
-John Self, New Statesman
“Hem Elena Ferrante’nin Napoli Romanları hem de Ditlevsen’nin Kopenhag Üçlemesi büyük bir cesaret ve parıltılı bir öznellikle dönemi tasvir ediyor: işçi sınıfının mahallerinde büyüyen kitap tutkunu kızlar – 1930’ların Kopenhag’ı ya da 1950’lerin Napoli’si, ikisi de aynı. Ama estetik açıdan Ditlevsen’in kitabı çok daha ilginç. Sanki balçığı temizlenmiş bir kristal gibi.”