“Gözleri desem mesela, hangi denizci cesaret edebilir o engin okyanusta kaybolmaya? Hele çatınca o kaşlarını, deli dalgalar dövmeye başlar ya insanın o kıyılarını işte o zaman çivi gibi çakılıp kalırsın olduğun yere. Hani yağmur sonrası soğuktan titreyen serçe misali, yerlerde sürünürcesine...” Ne vakit orkideli şehirler yorsa insanı, arka kapıdan çocukluğuna kavuşuyor olgunluk. Soğuk odalarda, yün yorganların altından odun sobasında pişen ekmekle birlikte, portakal kabuklu ıhlamur çayı kokusu ile uyanışlara “Günaydın!” diyebilmek adına. Çocuklar büyüdükçe kanatlarını kullanmakta ustalaşır ve doğru uçabildiklerini zannederler ama onların kanatlarının olması varacakları yerin doğru olduğunu göstermeyecektir. O’nun kanatları vardı ama bu doğru yolda ilerlediği anlamına gelmiyordu. Bu seven kalbin acıtılmaması gerektiğini “Anka Kuşu” olduğunda anlayacaktı...