Abus... Merhametin hor görüldüğü, iyiliğin suç olduğu, vicdanı kara şehir... Ve öyle bir şehir ki; iklimi yumuşak, toprağı verimli, havası temiz, suyu berrak, kaynakları bol… Denizin kokusu üzerinde… Baharda açan pembe beyaz çiçeklerin kokusuyla birlikte… Var mıdır dünyada böyle bir şehir? Hayal ürünü müdür Abus yoksa gerçek midir? Orasını okur kestirecek...
“Lakin dünya karanlığı da sever, yapamaz onsuz da neticede. Şarttır hatta… Ağlayan da gülen de daha samimidir gecede. Gizlenmek, gizlemek kolaylaşır. İnsan saklanmaya da ihtiyaç duyar, nihayetinde. Gözyaşlarını, çılgın kahkahalarını, dışarıya fışkıran hasedini, şerrini, yumuşaklığını, zavallılıklarını, şehvetini, tutkusunu… Muhafazalı bir kutuda sakladığı her hissini, tabiatının göstermek istemediği taraflarını isterse karanlıkta açığa çıkarır. Kutuyu karıştırıp ortaya dökmek daha kolaydır gecede. Karanlık, yalnızlığın da süsüdür. Günahlar içine gömülmeye ve unutulmaya bırakılır. Belki de o yüzden kararmıştır gece. Kim bilir? Her ne ise… Gündüzün ışığı ne kadar gerekliyse gecenin karası da ihtiyaçtır. Abus şehrinin insanları da birazdan gecenin kollarına bırakacaklar kendilerini. Bazıları gevşeyerek, bazılarının iç sıkıntısı artmış bir hâlde, bazılarının ise içleri kıpır kıpır… Kimileri de bütün gün kendilerini sıkıp, her ne sebeple olduğunu onlar bilir, içlerinde tuttukları nefesi bırakmak için…”